Pazartesi sabahı işe çok geç kalmıştım. Bomboş yolda ilerliyordum. Trafik lambası hızla kırmızıya geçti. İçimden bir ses, "Ortada kimseler yok, zaten geç kaldın, boş ver bas gaza dedi." Belki de bana hiçbir faydası olmayacak bir dakikacık kazanabilmek için ezdim geçtim kuralı. Biraz ilerde gizlenmiş polis arabasından çevik bir trafik polisi, zıpkın gibi fırladı. "Çok ayıp. Size hiç yakıştıramadım. Kuralı bilmez misiniz? Biz size defalarca söylemiyor muyuz kırmızı ışıkta geçilmez. Niçin bizi dinlemiyorsunuz? Siz zaten bizi hiç dinlemiyorsunuz. Bu hatanızı annenize, babanıza, eşinize hatta ve hatta patronunuza da bildireceğim." diye söylenirken bir yandan da kolumdan tutmuş beni tartaklıyordu hatta hızını alamayıp hafiften kulağımı çekti ve en son öldürücü darbeyi indirdi. "Bu hafta sonu sinemaya gitmek yok."
Ben başta "Yapmamalıydım, kötü oldu. Yakıştı mı bu şimdi bana? Bak ne hale düştüm…" diye düşünürken, trafik polisi azarlamaya geçince birden "Ne diyor bu adam, ne saçmalıyor, bana böyle davranmaya ne hakkı var?" diye düşünmeye başladım.
Akşam eve geldiğimde eşim de bir hafta araba kullanmama cezası verdi bana. İtiraz ettim. Tam "Ama" diye söze başlıyordum ki… Sus cevap verme bana, çabuk odana git, bu gece çıkma oradan diye bağırmaya başladı.
Odama gittim ve kendi kendime söz verdim: "Bundan sonra, size inat hep kırmızı ışıkta geçicem. Görün bakalım nasıl oluyormuş."
Gülümsediğinizi görür gibiyim. Neden güldünüz?
Haydi canım sen de!
Bazılarınız gülerek "Ne saçmalıyorsun, olur mu hiç canım" diyor, biliyorum. Ama oluyor bunlar. Yetişkinler birbirine böyle yapmıyor, ama çocuklara gelince hemen hemen tümü aynen böyle davranıyor. "Onların iyiliği için tabii. Doğru davranışı öğretmek için."
Çocuk ödevini yapmadı. Ödev çocukla öğretmenin arasında. Cezası aşağı yukarı belli. Ama böyle olmaz. Azarlar, tehditler, rüşvetler, ödüller, yasaklar, cezalar, daha neler neler…
Ben bir trafik suçu işledim. Bunun yasada bir karşılığı var. Yani bu, yasayla benim aramda. Trafik polisi de yasanın gerektirdiğini uygulayan kişi; gelir suçumu söyler, cezamı keser gerekeni yapar. Ben de suçumun gerektirdiği, suçumla uyumlu, dengeli bir "bedel" öderim. Bu bedel para cezası olabilir, ehliyetime ya da aracıma el konması olabilir vs. Ne kadar suç o kadar ceza.
Ceza dediğin de suçla uyumlu, dengeli olmalı. Yoksa caydırıcı olmak bir yana kışkırtıcı da olabilir. Thomas Moore'un dediği gibi hırsızlığa da, adam öldürmeye de idam cezası verilirse hırsız adam öldürmekten niye kaçınsın ki…
Davranışlarının sonucuna katlanmak
Bir çok ana babanın sık sık sorduğu bir sorudur. Ceza vermeli mi yoksa vermemeli mi? Ceza nasıl, niçin, ne kadar, ne şekilde… Ben de hep "ceza vermek o kadar zor bir iştir ki" diye söze başlarım. Gerçekten de disiplin, ceza, ödül gibi bazı kavramlar çok karıştırılan ve/ya da yanlış anlaşılan, yanlış kullanılan kavramlardır.
Ceza deyince hep çocuğu bir şeyden men etmek gelir akla, oysa yaşamda her şeyin ödülü de cezası da kendi içindedir. Eğer biz onu kendi akışına bırakabilirsek tabii.
Yemek yemenin ödülü doymak, yememenin cezası aç kalmak.
Ders çalışmanın ödülü iyi not, çalışmamanın cezası kötü not almak.
Uygun davranırsan beğenilir, sevilirsin, davranmazsın sevilmezsin gibi bir çok örnek sayılabilir.
Uzun lafın kısası cezalandırmaya hiç gerek yok bırakalım çocuk davranışlarının sonucunu yaşasın. Fakat gördüğüm kadarıyla bu yetişkin için zor. Çünkü bu; susmak, beklemek, müdahale etmemek demek. Bu da pek çok ana baba için imkansız. Oysa bağırıp çağırıp odaya göndermek, kestim harçlığını, götürmüyorum sinemaya, almıyorum oyuncağı demek daha kolay hem de güç gösterisi. "Bak ben ne kadar güçlüyüm, ona göre haa!" hele biraz da kafamız başka bir şeylere de kızmışsa o sıralarda ya da otoritemizi şöyle bir hatırlatma ihtiyacı içindeysek… Artık ne çıkarsa bahtına, zavallı çocuk. Eh hayatta da hep böyle değil mi? Güçsüzün işi zor. Gerçi bir taşla iki kuş gibi görünse de genellikle sonuçta ortaya çıkan bumerang etkisidir.
Can'ın annesi
"Can her zaman oyalanır, geç hazırlanır, bir türlü evden çıkamayız. Her yere zar zor yetişiriz. Hep hadi hadi demek zorunda kalıyorum. Sürekli bir şeyleri hatırlatmaktan bıktım. En sonunda ben toparlıyorum. Geçen gün de onun çok istediği bir oyuna biletimiz vardı son dakikada yetiştik. Ama o kadar kızdım ki matematikten iyi not aldığı için vaat ettiğim oyunu almaktan vazgeçtiğimi söyledim. Bu sefer de sen zaten hiç sözünde durmuyorsun diye bağırmaya başlamaz mı? En sevdiği oyuncağını kaldırdım. Bir hafta oynamayacaksın dedim."
Bütün bunlara ne gerek var. Anne biraz sussa, sabırlı olsa, beklese. Can hazırlanamadığı için oyunu kaçırsa. Acaba istediği bir yere yetişemeyen çocuğa bundan daha iyi ceza mı olur. Böyle bir şeyi bir iki kez yaşama fırsatı verilen çocukların büyük çoğunluğu bir daha kaçırmamak için gayret sarf eder.
Tabii anne kendini tutmaya devam edip "Ben sana dememiş miydim, eh artık bundan sonra anne sözü dinlersin, sen zaten bu hızla kaplumbağayı bile geçemezsin." gibi eleştirel, aşağılayan sözcüklerle vıdı vıdı etmezse. Aksi halde çocuk, kendi kendini, durumu analiz edip bundan sonuç çıkarmak yerine annenin söylediklerine yoğunlaşıp onunla mücadeleye girerek ana konudan uzaklaşacaktır.
Tehlikeli bir şey olursa
İyi güzel söylemesi kolay, tehlikeli bir şey yaptığında ne olacak? Bunun sonucunu görmesine nasıl izin verelim? İşte orada da disiplin girecek devreye, bu yapılmaz diye kesin kural koyacağız. Olur olmaz her şeye söylenip her şeye kural koyarsak bunlar mutlaka delinir, uygulanmaz ciddiyeti kalmaz. Sürekli söylenirsek hep şikayet edildiği gibi "bir kulağından girer, bir kulağından çıkar" fonda bir mırıltı olmaktan öteye geçmez söylediklerimiz.
Kısacası az ve öz; az laf çok iş.
Ama kıyamıyorum
Bir de diğer uç var tabii. Aman hiç cezalandırmayalım, üzülmesin, sıkılmasın, bunalmasın. O daha çocuk, büyüyünce geçer. Nasıl olsa öğrenir…
Ben atasözlerini çok seviyorum onlar yılların deneyiminden süzüle süzüle gelen gerçekler; iyi incelersek, çoğunun bir öğretisi var. Giderek bütün dil becerilerimizle birlikte atasözlerimizi de kaybettiğimizi acı acı izliyorum çocuklarda, gençlerde. Neyse bu da bir başka konu. Sadede gelirsek, "ağaç yaşken eğilir", "yedisinde neyse yetmişinde de odur".
Uygun davranmadığında sonuca ulaşamayacağını, yanlış yoldan giderse zorluklarla karşılaşacağını da bilmeli çocuk. Aslında bunu öğretmezsek yazık olur ona. Hep koruduk, birileri cezalandırdığında önüne geçtik, azar işitmesin diye ödevini yaptık, geç kalmasın diye giydirdik, aç kalmasın diye yedirdik, takılıp düşmesin diye yolundaki bütün taşları kaldırdık… Bir gün kaldıramadığımız ufacık bir çakıl taşına takılıp yere yuvarlandığında ne olacak?
Aslında bunun en iyi örneği okul sistemimiz. Bütün zorluklar kaldırıldı. Sınıfta kalmak yok, aflar çok. Sonuç, pek çok çocuktan duyduğum bir cümlede özetleniyor: "Nasıl olsa geçeceğim, ne çalışayım." Geldik yine atasözlerine, "testiyi kıran da bir taşıyan da". Ama çocuk hayatta bunun böyle olmadığını öğrenmeden büyüyünce iş işten geçmiş oluyor.
Kendi çocuğumuzun gerçeği
Burada bir de kendi çocuğumuzun gerçeğini gözden kaçırmamak gerek. Biz ortalamadan, genellikle olandan söz ediyoruz. Bütün araştırmalar, kitaplar da böyledir. Genel bilgiler, çoğunluğa göre olanlardır ama bunlar bizim özelimize uymayabilir. O zaman bu genel bilgileri kendi durumumuza uyarlamamız gerekir.
Çocuğumuzun bir takım farklılıkları olabilir: dikkati, sabrı yeterli olmayabilir, zor öğrenebilir, çok hareketli ya da ağır tempolu olabilir. Hızlı bir annenin yavaş bir çocuğa, titiz bir babanın dağınık bir çocuğa tahammül edememesi çok sık karşılaştığımız sorunlar ama genellikle yapıldığı gibi eleştirerek, zorlayarak çocuğu değiştirmeye çalışmak ona zarar vermekten öteye geçmez. Yapılması gereken, durumu doğru değerlendirip çocuğun özelliklerini göz önüne alan gerçekçi beklentiler oluşturmaktır.
Benim istediğim gibi olsun
Biliyorum anne babalar değişmeyi sevmez, çocuk değişsin, onların istediği çocuk olsun isterler oysa değişmesi gereken yetişkindir genellikle. Güç onlardadır ama o gücü doğru kullanmaları gerekir. Güç, cezalandırmaya, gövde gösterisine kullanılırsa boşa gider dahası zarar verir. Çocuğun öz güvenine, benlik saygısına, aile çocuk ilişkilerine hatta onun yetişkin hayatındaki insan ilişkilerine, başarısına kadar uzanabilir bu zarar. Gücümüzü çocuğumuza uyum sağlamaya, onu kavramaya anlamaya, uyumlu bir ilişki sağlamaya harcarsak işe yarar bu güç.
Unutmayalım aile çocuğu şekillendiren bir kap gibidir. Önce biz ürüne uygun bir kap olabilmeliyiz ki üründen mümkün olan en iyi sonucu alabilelim.
Tabii bunlar oldukça geniş ve çok küçük ayrıntıların bile büyük sonuçlar doğurabildiği konular. Bir iki sayfalık bir yazıda sadece küçük değinmeler mümkün olabiliyor dolayısıyla yanlış anlaşmalar da mümkün. Sakın bu yazdıklarımdan onun her şeyine uyun, her istediğini yapın gibi bir sonuç çıkmasın. Sadece çocuğunuzdan bir şeyler beklerken onun özelliklerini de unutmayın, tabii ki onu da geliştirmeye çalışın ama belki de sizin istediğiniz kadar olamayabileceğini de aklınız da tutun demek istiyorum.
Elinizdeki bir metrelik kumaştan sadece bir peçete olur bunu kabul edip gerisini çöpe atın demiyorum. Ondan masa örtüsü yapmak mümkün, bunun için çabalayın ama çarşaf çıkarmak için çekiştirmeyin sonra kumaş yırtılır elinizde kalır, peçete bile olamayabilir diyorum.
Toparlarsak
Belli kurallarımız olsun, kafamıza estiği gibi ya da o anki duygu durumumuza göre davranmayalım.
Kural ve beklentilerimizde gerçekçi olalım. Bunları çocukla da paylaşalım hatta birlikte oluşturalım. Oluşumuna dahil olduğumuz şeyleri daha çok sahiplenir ve korumaya, sürdürmeye çalışırız.
Kurallarımız az, öz ve uygulanabilir olsun. Uygulanmayan, ikide bir delinen sık sık affa uğrayan kuralın anlamı kalmaz. Örneğin her vergi affı çıktığında kendimi aptal yerine konmuş gibi hissediyorum içimden bir ses "keşke ödemeseydim" diyor. Ya bir gün o sesi dinlersem, bu af beni suça teşvik etmiş olmaz mı?
Çocuğun kişisel özelliklerini, farklılıklarını göz önünde tutalım ve kendimizi onlara uyarlamaya çalışalım.
Az konuşalım. Çocuğumuzu kendimize sağır ederek etkinliğimizi kaybetmeyelim. Gerektiğinde kesinlik içeren ciddi bir ses tonuyla bir kez söylemek daha etkili olacaktır. Deneyin göreceksiniz.
Durumun doğal sonuçlarını yaşamasına ve böylece deneyimlerinden öğrenmesine izin verelim. Geri çekilelim olay ve sonuçlarıyla çocuğu baş başa bırakalım. Ardından da asla yorum yapmayalım. Ben sana söylemiştim, dememiş miydim, beni dinleseydin bunlar başına gelmezdi, büyük sözü dinle, sen zaten gibi sözcüklerden uzak duralım sadece burada değil her zaman hatta sadece çocuklarımız için değil tüm ilişkilerimizde.
Çocuğumuzun mutsuz olmasına, üzülmesine katlanmayı öğrenelim. Bunları aşı gibi düşünelim. Yaşayacağı küçük mutsuzluklar onu gelecekteki büyük mutsuzluklardan koruyacaktır.
Doğal sonucu görülmeyen ya da tehlikeli olan durumlar için uygun yaptırımlar düşünelim, başta da söylediğim gibi bunları çocukla birlikte oluşturalım. Hatta yazılı hale getirelim (daha küçükler için resimli de olabilir). Çocuk ne yaparsa karşılığının ne olacağını bilsin. Ama bu, mümkün olduğu kadar dengeli, durumla ilintili, en kısa zamanda uygulanabilir ve her şeyden önemlisi de adil olmalıdır.
Çocuk anne babasını sakin, kavrayıcı, tutarlı, adil görmek ister. Ancak böyle olduğunda onlara güvenir ve dolayısıyla kendini güvende hisseder. Kendini güvende hissetmeden de güvenli bir kişilik gelişmez.
En önemlisini en sona bıraktım. Gerçi en son deyince her şey söylendi gibi anlaşılmasın, şimdilik en son. Bu konularda söz hiç bitmez.
İnsanoğlu adeta ödüllenmeye kurgulu, iyi yaptıklarımızı hep yapmak isteriz. Beğenildikçe daha çok beğenilmeye çabalarız. Böyle bakınca olumlu geri bildirim ne kadar önemli değil mi? Kısacası olumlu davranışlara odaklanarak onları arttırmaya çalışalım, istenmeyen davranışlardan kurtulmanın bir yolu da bu. Hem de keyifli bir yol.
Gelecek sefere belki de bu yoldan ilerleriz beraberce.
Daha çok okumak isteyenler için
Tamamen bu konulara özelleşmiş bir kitap aklıma gelmiyor ama oldukça yakın ve çocukla sağlıklı ilişki kurma yollarını keyifle anlatan bir kitap önerebilirim. "Çocuğunuzla işbirliği yapabilme" Hyb Yayıncılık.
İyi okumalar
Doktor Dergisi'nin Haziran - Temmuz 2011 tarihli 63. sayısında yayımlanmıştır.
Disiplin, kural, suç, ceza, ödül, rüşvet çocuk eğitiminde doğru yanlış, gerekli gereksiz sıkça konuşulan ve çoğunlukla da birbirine karıştırılan pek yerli yerinde kullanılamayan kavramlar; biraz bunları anlatmak istedim bu yazıda ama yerim sadece bir kısmına yetti diğerleri bir başka yazıya.
sayfaları görüntülemek için tıklayınız
Yazarın diğer yazıları
- Disleksi Haftası Biterken Ailelere Uyarılar Ve Öneriler
- Kitapla Hiç Tanışmadım ki?
- Koranalı Günlerde Okula Başlayanlara Tavsiyeler
- Mutfak Deyip Geçmeyin! Orası Bir Okuldur!
- Deprem Çocuklara Nasıl Anlatılmalı?
- "Evde Kal"ırken Çocuğa Zaman Kavramını Öğretmek
- "Evde Kal"ırken Meşgul Olmanın Anlamı
- "Evde Kal"an Çocukla "Evde Kal"an Yetişkine Öneriler
- "Evde Kal" Ama Durma Hareket Et
- Cumhuriyet Kitap Dr. Pedagog Yeşim Kesgül Sercan Söyleşisi
- Farklı Çocuklar ve Okul
- Farklı Öğrenme Ve Düşünme Modelleri
- Zihin Karışıklığı ve Zihin Karıştırıcılar:Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
- Okula Gitmekten Kaçınma
- Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olan çocuğuma nasıl yardımcı olabilirim? - 2
- Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olan çocuğuma nasıl yardımcı olabilirim? - I*
- İşitsel işlemleme Bozukluğu (İİB) nedir?
- Davranışlarımızın Sonuçlarını Yaşayabilsek-II
- Davranışlarımızın Sonuçlarını Yaşayabilsek
- Hep Anne? Hep Anne? Oysa Babalar da Var!
- Çocuğumuzu Korusak da mı Kollasak, Korumasak da mı Kollasak...
- Gecikmiş Konuşma Üzerine - 3
- Gecikmiş Konuşma Üzerine - 2
- Gecikmiş Konuşma Üzerine - 1
- Kekemelik Üzerine...
- Kötümserlik, Ekrandaki Düşman, Çocuk Hekimleri, Öğretmenler
- Bilgisayar Mı Zararlı, Kullanımı Mı?
- Reklamın Reklamı
- Farklılıkları Kaybetmek...
- ÖÖG Neden Çok Önemli?
- Bir Pedagogun Tatil Anıları...
- İyi Okur Yetiştirmek - 2
- İyi Okur Yetiştirmek - 1
- "7 Çok Geç!" ve AÇEV
- "Çocuklarımız için..." yazmaya başlarken